Sayfalar

26 Haziran 2009 Cuma

ALDIN [Birinci bölüm]





Güzel bir sabahtı. Güneş henüz dünyayı ısıtacak kadar bulunmamasına rağmen yine de sıcaklığını hissettiriyordu. Münih’in hemen kuzeyindeki Ingolstadt’tan Nürnberg’e uzanan ormanlar içindeki yolda ise güneş resmen kendini göstermişti. Kuşlar bile sıcaktan bunaldıklarından hemen yol üzerinden geçen 2008 model a8 Audi arabayı fark etmemişlerdi. Arabanın içinden rock ezgileri duyuluyordu. Arabanın içindeki yabancı klimasına güvenmiş, şarkısını açmış, sabah yorgunluğundan kurtulmak için nesscafe içiyordu. Otuzlu yaşlarının başındaydı, sarı saçları açık kahverengiden bal rengine kaçan gözleriyle hiç uyum sağlamıyordu. Dağınık saçları gence yakışıklı bir görüntü sağlasa da giysileriyle kızlar üstündeki büyüyü resmen yok ediyordu. Kapalı yeşil pantolonunun üstüne giyilmiş açık mavi tişörtü terden ıslanmıştı.
Babe, treat me right, baby, oh my my my
People tellin me baby cant be satisfied;
They try to worry me baby
But they never hurt you in my eyes.
Led Zeppelin - The Lemon Song. Mükemmel şarkı diye düşündü Aldin gazı köklerken. Mükemmel morali bir ses yüzünden düzensizleşmişti. Hemen KM’nin yanında uyarı veren şey benzininin az kaldığını söylüyordu. En fazla 1 saat daha dayanabilirdi bu hızla. Eğer çok yakın zamanda tanrının unutmuş olduğu bu yolda benzin istasyonu bulmazsa kargalara, akbabalara; diğer bir deyişle leş yiyicilere yem olacaktı.
Dün akşam Münih’teydi. Zengin insanlardan çalmazsam öleceğim diye düşünmüştü Aldin. Bu yüzden o yeri seçmişti. Oysaki herşey berbattı orada. Herşey o kadar düzenli ve organizeydi ki kafasında doğru dürüst bir plân oturtana kadar uzun süre gerekmişti. Çokta fazla çalamamıştı. En fazla bir altın saat, küçük mavi bir taş – ki Aldin büyük bir heyecanla onun renkli bir elmas olduğunu düşünmüştü- Nokia olduğunu düşündüğü belli belirsiz bir cep telefonu ve üstünde tuhaf desenleri olan bir kolyeydi çaldığı.
Aldin, bir dönemeçten geçerken bulunduğu ormanın ne kadar ürkünç olduğunu fark etti zira bir tane bile araba yoktu etrafında. Ağaçlar çok sıktı ve yakınlarda bir yerde bir tür dere olduğunu sanıyordu. Çok fazla dönemeç yoktu aslında, yolu oldukça düzgün ve durgundu. Yakınlarda bir yerde –haritasına göre- Greding kasabası olması gerekiyordu. En azından orada bir benzin istasyonu çikolata,nescafe ya da cips gibi ana temel ihtiyaçları giderebilirdi. Ve elbette benzin.
Sesi biraz daha yükseltip bir dönemeçten daha geçti. Başka bir Led Zeppelin şarkısı çıkmıştı ama ne olduğunu pek umursamıyordu. O kadar çok uykusu vardı ki Nescafe’nin artık bunun önüne geçebileceğinden şüphe duymaya başlamıştı. Poşeti kontrol etti. Lanet olsun! dedi kendi kendine. Son nescafe ve çikolatası bitmişti. Cipsler ise çoktan tükenmişti bile. Benzini gayet iyi olsa bile durmak zorundaydı zaten.
Aldin Begoviç 6 Eylül 1980 Sarajevo doğumluydu. Ailesi hakkında düşünmeyi sevmiyordu zira iki ebeveyni’de o daha küçükken evi terk etmişlerdi. Annesinden ayrılan babası yaşamak için Hindistan’ı seçmişti, annesi ise bir hippi özentisi gibi ülkeden ülkeye dolaşmayı. Sonuç olarak Aldin sorunlu ve alkolik amcasının yanına taşınmıştı çünkü ondan başka kimsesi yoktu. Doğal olarak onun hayatı hiçbir zaman normal olmamıştı. Normal bir okul dönemi geçirmemiş, şimdiye kadar sorunsuz bir ilişkisi olmamıştı. Sayamadığı kadar aldatıldığı için kızlara pek güveni yoktu, aslında teknik olarak insanlara güveni yoktu. Sonunda Aldin’in de sorunlu biri olması uzun sürmedi. Hırsızlık yaparak ülkeden ülkeye dolaşmayı ve her türlü atmosferi bizzat solumaya karar verdiğinden beridir yollardaydı, yani yaklaşık olarak altı aydır. O kadar çok hırsızlık yapmıştı ki artık bu konuda biraz daha iyi olduğunu itiraf etmeliydi.
Kirli sakalını sıvazladı. O kadar fazla abur cubur yemesine rağmen atletik bir vücuda sahipti. Dansçı vücudu gibiydi. Ne çok kaslı ne de çok şişkoydu.
Bir eliyle direksiyonu tutarken diğer eliyle daha bugün çaldığı kolyeyi taktı. Ilginç bir kolyeydi, marijuana yaprağına benzer bir tasarımı vardı. Bu da onun gibi çılgın birini yansıttığı için onun hoşuna gitmişti. Kolye'de çok ilginç bir titreşim vardı, sanki Aldin'e geçmesinin bir nedeni olduğunu haykıran psikolojik bir büyü.
Sonunda çok uzaktan bir benzin istasyonu gözüktü. Daha kasabaya o kadar yaklaşmamasına rağmen bir benzin istasyonuna rastlamak bir mucize gibiydi. Yavaşça yanaştı istasyona. Birkaç büyük kulübe vardı. Market’i oldukça büyük sayılırdı. Işte bu güzel dedi kendi kendine. Yeteri kadar yaklaştıktan sonra yavaşça pis arabasından indi. Sıcak hava akımı yüzüne çarptığında indiği için kendi kendine lanet okudu gerçi.
Kendisine aptal bir yüz ifadesiyle bakan gence “– ama homurdanarak- benzini doldurmaya başlarken Aldin ayaklarını markete yönlendirdi. Tam eskimiş bir kulübenin yanından geçerken Aldin birisinin “Yardım Edin.” Dediğini işitirmiş gibi oldu ama umursamadan markete girdi ve ne kadar çikolata, nescafe ve içki varsa hepini poşete doldurdu.
“Bu kadar şeyi ne yapacaksın evlat.” dedi yaşlı adam Aldin poşeti verince. Korku filmlerindeki figüranlar gibiydi. Kirli sakalı ve eskimiş bir şapkası vardı. Ağzındaki kürdan teorisini güçlendirir nitelikteydi. “Parti mi veriyorsun?”
“Sayılır.” dedi Aldin. Kısa ve net.
“78 Dolar.” dedi adam kirli elini uzatarak. “ Ve kaçmayı düşünürsen” diye devam etti. “Sana söz veriyorum pompalıyla kollarını dağıttımda öldürmem için yalvaracaksın.” Adam bunu o kadar keskin bir sakinlikle söylemişti ki Aldin’in tüyleri diken diken oldu. Adam büyük ihtimalle hırsızlara karşı alışmıştı, bu yüzden marketindeki şeylere karşı çok korumalıydı.
“Param yok.” dedi Aldin. Adam tam sağ tarafındaki silahına uzanıyordun ki Aldin elindeki saati uzattı. “Onun yerine bunu verebilirim. Tam bir işçilik harikası, 12 ayar. Müthiş bir isveç saati. Eminim aldığım ve bundan sonra da almak istediğim.” dedi. “Elbette benzinle birlikte. Hepsini karşılar.”
Adam kaşlarını çatmış hâlâ kendisini dolandırmaya çalışıp çalışmadığını çözmeye çalışıyordu. “Ee ne diyorsun yaşlı adam? Nürnberg’te bunu 200 doların üstünde satabileceğine bahse girerim. Babamın hediyesiydi, zor durumda olmasam kesinlikle vermezdim. En azından bunlar için.” Elindeki poşeti gösterdi.
“Tamam, tamam.” dedi asık bir suratla. Aldin’in elindeki saati kaptı. “Şimdi kaybol gözümden.”
Aldin büyük bir gülümsemeyle yine müthiş sıcak cehenneme bıraktı kendisini. Yoldan geçerken bu sefer “Yardım edin.” çağrısını yine duydu ve yine umursamadı, aslında bakmadı bile olaya. Onu ilgilendirmiyordu ve kesinlikle de buluşmak istemiyordu.
Şişko genç benzini doldurmuştu, büyük bir umutla Aldin’e bakıyordu. “Kusura bakma genç adam.” dedi Aldin. “Param yok.”
Aldin poşeti içeri atarken yardım çağrısına gayri ihtiyari baktı. Üç genç bir kıza tecavüze kalkışmıştı.
“Harika!” dedi kapıyı büyük bir hızla kapatırken.


“Bırak beni Lanet olası!” dedi kız elini büyük bir şevkle göğüslerine atan adama. Bu üçü karşısında neredeyse hiç şansı yoktu. Ne kadar büyük bir aptallık etmişti, bu kadar zalim görünüşlü adamların arabasına girerek.
“Karşı koyma!” dedi adam ağzından salyalar akarken. “Karşı koydukça daha hoşuma gittiğini inkâr edemem gerçi.” Adam bıçakla kızın beyaz gömleğini kesmişti ve siyah sütyeni görünüyordu. Bu üç tane abaza adamı delirtmeye yetmişti bile zira kızın mükemmel bir vücudu vardı.
Iki adam kızın ellerini ve bacaklarını tutarken ilk konuşan adam fermuarını çözmeye başladı. Derken birisi arkasında belirdi.
“Merhaba.” dedi Aldin. “Arabam bozuldu da. Yardım edersiniz diye düşünmüştüm.”
Liderleri olduğu belli olan adam fermuarını tekrar kapayarak büyük bir sinirle arkasını döndü. “Bu işe karışmak istemezsin!” dedi hırlayarak.
“Belki. Ama bu sizin ne kadar çok karışmamı istediğinize bağlı. Tek istediğim arabamı tamir etmeniz, sonra biraz tadına bakmamın bir sakıncası olmazdı herhalde, değil mi?”
Adam kaşlarını çattı. “Bundan çıkarım ne olacak?”
“Çıkarın mı?” Kahkahayı patlattı. “Elbette ölmemeniz.”
Adam elindeki bıçağı Aldin’in yüzüne doğru savurdu. Aldin adamın elini tuttu ve çok hızla çevirdi. Kırılan kolun çıkardığı ses kızı neredeyse kusturacaktı. “Ben demiştim.” dedi. “Neden işleri zorlaştırıyorsunuz ki?” Sonra da elmacık kemiğine güçlü bir yumruk indirince zalim adam büyük acıyla yere yuvarlandı ve acının verdiği hisle hemen bayıldı. Diğer ikisi o kadar büyük bir korkuyla ona bakıyorlardı ki, Aldin neredeyse acıyordu onlara.
“Tek isteğim kızın tadına bakmak, işleri zorlaştırmak istemiyorsunuz değil mi?”
“Hayır, efendim.” dedi birisi. Kıpırdamaya dahi cesaret edemiyordu. Aldin kıza yaklaşırken onu inceleme fırsatı bulmuştu. Kızın aslında beyaz teni vardı. Kapalı mavi gözleri ve simsiyah saçları vardı. Kıpırmızı dudakları birçok erkeği delirtiyordu büyük ihtimalle. Küçük, şirin bir burnu ve ince kaşları vardı. Vücudu gerçekten harikaydı, yüzünün aksine esmer olan vücudu balıketliydi ama buna karşın zayıftı oldukça. Uzun boyu onu mükemmel bir sevgili yapıyordu. Bunun kadar güzel bir kızın buralarda ne işi olabilirdi ki, ülke genelinde bir güzellik yarışmasına katılsa kazanması şaşılacak birşey olmazdı. Fermuarını çözüp yavaşça kıza yaklaştı. Kızın gözlerindeki nefreti hissedebiliyordu neredeyse, Aldin onun eline düşse onu uzun, acılı saatler bekliyor olabilirdi.
Kulağına eğildi yavaşça. Korkmuş adamlar artık şevkle sıralarının gelmesini bekliyorlardı. Tam da Aldin’in istediği gibi.
“Sana işaret verince.” dedi fısıldayarak. “ Arabama doğru koş.”
Kız gözleri irileşerek ona baktı, büyük ihtimalle bunu beklemiyordu. Insanları şaşırtmaya bayılıyordu!
“Şimdi.” dedi. Kız adamların şaşırmasından faydalanarak onların ellerinden kurtuldu ve onun arabasına doğru koşmaya başladı. Gömleği adamların ellerinde kalmıştı bu yüzden sütyenleydi. Sırtı terden parlıyordu. Aldin ani bir hareketle soldaki adamın arkasına geçip tek bir hareketle boynunu kırdı. Diğer adam bunu görünce, sonunda dayanamayıp kaçmaya başladı. Aldin sakince yerden kocaman bir taş aldı ve adam tam gözden kayboluyordu ki taşı fırlattı. Kafasına isabet eden taş, kırmızı bir sıvıya bulanmış bir şekilde kızın ayaklarının dibine düştü.
“SKOR!” dedi Aldin zevkle.
Kızın yanına gitti. Neredeyse yarı çıplak olmasına rağmen kız ona utançla değil ilgiyle bakıyordu.
“Çok teşekkür ederim”. dedi Aldin’e sarılarak. Aldin kızın vücudunu hissetmişti, lanet okudu kendisine. O adamların durumuna düşecekti neredeyse. Kendinden biraz uzakta tuttu kızı. Kız bu tepkisine gülümsedi.
“Önemi yok. Senin gibi birinin bu yerde nasıl bir işi var?”
“Arabada anlatırım.” dedi kız gülümseyerek.
“Arabada mı?” Aldin şaşırmıştı. “Hiç sanmıyorum bayan. Benimle geldiğiniz falan yok.” Arabaya girip kapıları kitledi. Kız hiddetle arabanın önünde durdu.
“Beni kurtardıktan sonra burada ölüme mi terk edeceksin?” diye sordu.
“Nasıl geldiysen öyle geri dön.”
“Birincisi kamyon kullanmayı bilmiyorum. Ikincisi yolu bilmiyorum.”
Kız o güzel mavi gözleriyle yalvarır gibi bakıyordu ona.
“Ah, hadi ama!” dedi kilitleri açarak. Kız oturunca. “Bu sevimli bakışın her erkekte işe yarıyor değil mi?” dedi dişlerini sıkmış bir şekilde anahtarı çevirerek.
“Birçok defa hayatımı kurtardı evet.” Gülümsedi.
Tanrım, kız çok güzeldi!
“Nereye gidiyorsun?”
“Önce daha basit bir soruyla başlayalım. Adın ne?” dedi Aldin arabasını benzin istasyonundan dışarı çıkartarak. Şişko hâlâ arkasından şaşkın şaşkın bakakalmıştı.
“Adela.”

3 yorum:

ngo dedi ki...

filminin çekilmesini talep ediyorum.

lefobserver dedi ki...

Hello from GREECE!!!
Could you visit my blog http://lefobserver.blogspot.com/ in order that the flag of your country, will be added to the index of my visitors?
Thank you in advanced.

fazy dedi ki...

Süper bi AnLatım.. ALdin ve AdeLa'nın MaceraLarını Büyük Bi MerakLa BekLiyorum Damir (: