Sayfalar

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Power of the Forest


Daha dünden, bu günün inanılmaz bir şekilde heyecanlı geçeceğini biliyordum. Bu yüzden bir gün önceden, annem ve babamla yarın ne götüreceğimi tartışırken bile kafamı oraya yeterince veremiyordum. Babam ve annem eski dağcılardı. Bu yüzden de ben doğru dürüst düşünemiyorken bile bana tavsiyelerde bulunuyorlardı. Sonuç olarak o gece : Üç tane argeta (bir tür ezilmiş tavuk. kremalı bir şey) ve üç tane de domates soslu balık, iki tane büyük soda ve iki tane de ekmek almıştım. Bu işin organizatörlerinden olan Naida (Kusta) telefonda herkesin kendi yiyeceklerini getirmesi gerektiğini ve uyku tulumu getirmemi gerektiğini söyledi. Ben de amcamdan ödünç almaya karar verdim ve onu aradım. Böylece yarın sabah dokuzda bulunmadan hemen önce onların evine kadar gidip, uyku tulumunu alacaktım. Onların evi ise bizim evden otobüsle yarım saat, yürüyerek 3,5 saat ve bisikletle de 50 dakikaydı. Ben de bu yüzden sabah 06.30’da kalkıp yıkandıktan sonra, ağır çantamla onların evine bisikletle yola çıktım. Geç kalmayı hiç sevmediğimde pedalları hızlıca çevirerek tam 53 dakikada oraya ulaşmayı başardım. Onların büyük yokuşu yürüyerek çıkıp uyku tulumu alarak, çantamı inanılmaz ağırlaştırdım. Tüm bunları 08.00’e kadar bitirmiştim ve bir saatlik bir açığım vardı. Onu da bir teyzeyle konuşarak geçirip, saat 08:45 gibi nerede olduğumu sorgulayan bir telefon aldım. Sonuç olarak Kusta ile buluştuk. Normalde dünden plânlanan şekilde yedi kişi buluşmamız gerekiyordu. Bunlar : Zelimir, Maida, Kusta, Mirnesa, Halime ve Amela idi. Ama sabah Amela sevgilisi yüzünden, Halima’da hasta olduğu için gelmedi. Sonuç olarak 3 kız, 2 erkek kalmıştık koca grupta. Bir de Zelimir’in sevgili köpeği hediye olarak gelmişti. İki farklı arabayla Bukovac denilen yere gittik. Saat daha 09.00 olmamışken oraya ulaşmıştık bile. Çantalarımızı alarak yavaş yavaş yukarı doğru yola koyulmaya başladık. Daha birkaç metre bile yürümeden çeşme görünce iki tane büyük soda götürdüğüme pişman olmuştum, çünkü her iki adımda bir çeşmelerin olacağı belliydi. Suyum olmasına rağmen oradan içmeyi ihmal etmedim ama.

Yarım saat kadar yokuş yukarı yürüyünce, kondisyonsuz olan benim çoktan ayaklarım ağrımaya başlamıştı. En önde Kusta’nın babası yürüyordu ki bu yerleri bildiğinden, bizim için bir tür rehber gibi gelmişti. Ben ve Maida çoktan arkada kalmıştık zaten. İki saatlik zorlu bir yürüyüşten sonra Bukovac’ın neredeyse zirvesindeki dağ evine ulaşmayı başarmıştık.

Tabii sadece ben değil, herkes bir nevi yorulmuştu ve hepimiz biraz yemek için can atıyorduk. Bizim en baştaki amacımız sadece ; biraz eğlenip o geceyi burada geçirdikten sonra evlerimize dağılmak. Ama daha bir saat bile geçmeden hepimiz sıkılmaya başladık, çünkü yapacak bir şey yoktu. Zelimir kartları getirmişti ama o da bu sıcakta oynanacak gibi değildi zaten. Saat 12.00 olmuşken sıkıntıdan ben uyuya kalmışım zaten.

Ben uyurken Zelimir, Kusta, Maida ve Mirnesa kendi aralarında konuşmuş, ve bu sıkıntıda burada kalacaklarına şimdiden eve dönmeye karar vermişlerdi. Ben uyandırıp kararlarını açıkladıklarında ben biraz üzülmüştüm ama bunu bozuntuya vermedim. Biz toplanana kadar saat 14.00 olmuştu bile. Tekrar aynı yönden dönmeye başladık. Sonunda da bir yol ayrımının önünde durduk. Bir taraf, bizim en başladığımız yere gidiyordu. Diğer taraf ise, Skakavac denilen çok güzel bir şelaleye kadar gidiyordu. Hazır gelmişken bunca yolu boşuna gitmemiş olmayalım diye Skakavac’a kadar gitmeyi, oradan da eve dönmeyi kararlaştırdık. Bu kararı sürekli panik atak geçirmekte olan Kusta haricinde herkes kabul etti. Kusta daha önce plânlanmamış şeyleri yapmaktan nefret eden biriydi ve ilk 15 dakika boyunca dırdırıyla canımızı sıkmaya devam ettirdi. Yavaş yavaş ormanın içinden yol boyunca devam ettik.
Aslında Kusta’yı hepimiz severdik çünkü kızmasıyla ve paniğiyle hepimize enerji veriyordu ve yol boyunca bir şeyler konuşmamızı sağlıyordu. Yaklaşık yarım saat kadar yürüdükten sonra yol sağa doğru sapmaya başladı. Ama tam saptığı bir yerde ormana doğru açılmakta olan bir açıklık gördük. Ben ve Zelimir oradan gitmeyi kararlaştırdık ve her zaman gibi Kusta haricinde herkes kabul etti, ve grubun çoğunluğu kabul ettiği için o da kabul etmek zorunda kaldı. Ormanın içinden, görünen bir yol bile olmadan dümdüz devam ettik.

Bir süre sonra ben ve Zelimir dahil hepimiz kaybolduğumuzu biliyorduk ama bunu Kusta haricinde kimse dile getirmedi. Yol boyunca sürekli geri dönmemizi öneriyordu zaten. Sonunda bizde kabul ederek yoldan geri dönmeye karar verdik ama geri dönülecek bir yol yoktu. Kimse akıl edipte arkamıza bakmamıştı. Ormanın tam ortasında kalmıştık ve ilerlemekten başka çare yoktu. Zaten Kusta delirmişti ve yol boyunca bir daha asla bizi dinlemeyeceği konusunda söylenip durdu. Sonunda Zelimir’in sadık köpeği sayesinde bir su bulduk. O suyun de bizi, şelaleye götüreceği mantığından yola çıkarak suyu takip etmeye başladık. Yaklaşık 15 dakika kadar sonra suyu takip ederek yola ulaştık. Zelimir belki de fazla kestirmeden geldik dedi. Çünkü uzun yürümüştük ve çok fazla yolu yok saymıştık. Bu yüzden en azından bir fikir edinebilmek için yolun yukarısına doğru yürümeye başladık. 10 dakika yürüdükten sonra bir türlü şelaleye varamadık. Ben bir fikir edinebilmek adına bir kayaya çıktım ve etrafı gözetledim. Etrafta ne bir ses, nede bir açıklık vardı. Zelimir’de yanıma gelerek bunu doğruladı zaten. Ben ve Zelimir aşağıya inince Kusta ve Mirnesa aynı yoldan yukarıya doğru yürümeye başlamış, Maida’yı da burada bırakmışlardı. Maida ve Zelimir orada beklerken ben koşarak onları yakalamaya çalıştım. O ikisi her nasılsa çok uzun yol gitmeye başlamışlar. 10 dakikalık bir koşuşun sonunda onları yakalayıp şelalenin aslında aşağıda olduğu konusunda onları ikna etmeyi başardım. Sonunda tekrar beş kişi zaten ölmüş bir durumda aşağıya doğru yürümeye başladık. Yaklaşık 2,5 saatlik bir yürüyüşten sonra arkamızda insanlar belirmeye başladı. Onlar da bizimle aynı yere gitmekte olan dağcılardı ve Kusta aynı paniğiyle onları soru yağmuruna tutmaktan geri kalmadı ve o ayrılan yoldan buraya kadar 7,5 km kadar olduğunu söyledi. Demek ki biz kaybolduğumuz ormanda aslında yolu çok fazla kestirmemiştik. Tabii kimse bunu Kusta’ya hatırlatacak kadar salak değildi, kendiside sinirinden bunu fark etmemişti zaten. O insanlar arkamızda belirlemesinden yaklaşık 10 dakika kadar sonra şelaleye gitmekte olan açıklığa kadar ulaştık. Aşağıya inerken yoldan gelen insanlara ne kadar kaldığını sorduk. Orada ki adamda inmenin kolay ama asıl çıkmanın aşırı zor olduğunu söyleyince Kusta ve Mirnesa orada bir taşa oturup bizi beklemenin daha akıllıca bir iş olacağı sonucuna vardılar. Kısa bir tartışmadan sonra dayanamadık ve buraya kadar gelmişken kaçırmanın akıllıca bir iş olmayacağı sonucuna vararak inmeye başladık. 10 dakika sonra şelaleye ulaşmıştık. Tüm bu belanın kaynağıydı o zaten ama kesinlikle değmişti geldiğimize.


Üçümüz orada oturup dinlenirken sonunda Kusta ve Mirnesa geldiler ve artık güneşin batmaya başladığını ve başka bir yoldan giderek, dağ evine dahi uğramadan geri dönmemizi önerdi. Maida en başta bunu kabul etti ama ben ve Zelimir o kadar yolu dönerek arabayı almamız gerekiyordu. Gerçi sonradan öğrendik ki meğer dağ evinden buraya çok kolay bir yol varmış. İnerken 45, çıkarken de 1,5 saatin alacağı bir yol. Tabii Kusta o kadar sinirlendi ki sonunda yediklerinin hepsini kusmaya başladı. Tabii o da sonunda dayanamadı ve anca beraber kanca beraber dedi. Hazır hepimiz buraya kadar gelmişken aynı boku yiyerek tekrar geri dönmeyi önerdi. Hepimiz buna tamam dedik ama henüz dinlenmiş değildik. Yine de o büyük yokuşu tekrar çıkmaya başladık. Adam kesinlikle haklıydı. Çıkmak o kadar zordu ki durup durup dinlenmek zorunda kaldık. Toplam 10 dakikada inmeye başladığımız yolu 25 dakikada çıkıp, o bahsedilen kestirmeye kadar geldik. Ben ve Zelimir yola bakınca şaşırmıştık. Çünkü yol tam yokuş yukarı bir ormanın içinden geçiyordu. Ormanda ise ne bir iz, ne de bir yol vardı. Az geçilen bir yoldu ama kesinlikle kısaltıyordu. Saat 17:50 olmuştu ve akşam olmasına çok az bir vakit vardı. Bu yüzden de acele etmemiz icap ediyordu. Sadece 20 dakika yürüdükten sonra diğerlerini yemek yeme konusunda ikna etmeyi başardım. Bu kadar yolu, yemek yemeden çıkmamız kesinlikle imkânsızdı. 10 dakikalık bir yemek molası verdik. (Köpek o kadar açtı ki, ağlayan gözlerle benim elimdeki balık konservesine bakıp duruyordu)

Her neyse yürümeye devam ettik. Her zaman ki gibi ben ve Maida çok arkada kalmışken, Mirnesa, Kusta ve Zelimir çok öndeydiler. Hatta bir süreliğine onları görmemiştim bile. Hatta Maida bile benden iyiydi, ben aşırı arkada kalmıştım ve her on adımda bir durup dinleniyordum. Bir şekilde, itekleye itekleye yürümeye devam ettim. Öyle zar zor yarım saat kadar yürüdük. Sonunda ta ileride, o üçünü bekler halde bulduk. Kaybolmuşlardı ve nereye gitmemiz gerektiğini bilmiyorlardı. Kusta zaten kendinde değildi. Oradaki bir taşta oturmuş, sabah kadar hiçbir yere gitmeyeceğinden bahsetmeye başlamıştı. Zaten hepimiz bıkmış durumdaydık. Hepimiz o sırada bir şeylere yaslanmış beklemeye başladık. Bende ayağımı ağaca vermiş dinleniyordum zaten. Hava kararmaya başlamıştı zaten ve bende de sadece ben yatarken kullandığımız uyku tulumu vardı. Onlar daha şimdiden nasıl ateş yakacağımızı ve yemek yiyeceğimizi düşünmeye başlamıştı.

Zelimir her gün spor salonuna gittiğinden ayağa kalktı ve yol hakkında bir ipucu bulabilecek mi diye biraz bakmaya karar verdi. Tek güç ondaydı zaten. Bende onunla gitmeye çalıştım ama daha iki adım atmadan yerdeydim zaten. 5 dakika kadar sonra ileride bir yol olduğunu ve işaret olduğunu söyledi. Biz bunu duyunca tabii hemen ayaklandık ve tekrar yürümeye başladık. Naida ve Kusta yine çok öndeydiler ama Mirnesa’da bizimle yorgunlar kervanına katılmıştı. 15 dakika kadar yürüdükten sonra büyük bir açıklığa geldik. Kusta ve Zelimir zaten görünmüyorlardı bile. Hava şaşırtıcı derecede aydınlıktı. Sonunda o karanlığın ağaçlar yüzünden olduğuna karar kıldık ve o ikisinin umursamadan orada oturmaya karar verdik. Etrafta çiçekler falan vardı.

Tam kamp kurulacak yerdeydi. Mirnesa çoook ileride bir bank gördü. İki tane siluet vardı ve etrafında da sarı bir nokta hareket ediyordu. Biz onları görünce tekrar yürümeye başladık ve küçük bir kulübenin yanına kurulmuş olan banka kadar ulaşmayı başardık. O sırada güneş batmaya başlamıştı zaten ve hepimiz yorgunduk. O kulübeden bir adam çıktı ve elindeki şişeyle hemen önümüzde durmakta olan çeşmeye su doldurmaya gidince Kusta adamı durdurup ne kadar kaldığını sordu. Adam konuşurken ceketi açıldı ve silahın ucu göründü. Ben ve Zelimir haricinde hiçbiri bunu fark etmedi. Zaten Kusta fark etseydi, bizi öldürtürdü. Adam dağ evine kadar 10 dakika yürümemiz gerektiğini söyleyince doğal olarak hepimiz sevinçten çıldırdık.

O kadar yorgun olmamıza rağmen hemen yola koyulduk ve yaklaşık olarak 15 dakika kadar sonra dağ evine ulaşmayı başardık. Tabii dağ evini etrafı daha öncekinden çok daha karanlıktı. Hatta dağ evine doğru yürürken hemen sağda bir grup fark ettik. Bu grupta tam 10 kişi vardı ve her erkeğin sevgilisi vardı. 10 tane eş yani. Köpeği mangal yaptıkları köftelerle biraz besledikten sonra eve ulaşmayı başardık ve hemen önümüzdeki masaya attık kendimizi. (Hemen yolda oraya gelmiş olan birinin köpeği, bizim köpeğe saldırdı ama sahibi gelince ayırdılar hemen. Köpek Alman kurduydu, bizimki ise Golden Retriever) Yarım saat sonra etrafı karanlık basınca arabaya kadar ulaşamayacağımıza karar kıldık ve geceyi burada geçirmeye karar verdik. Ama daha önce odaları iptal ettiğimizden ve o odalarda dolduğundan kalacak bir yerimiz yoktu ama otelin sahibi bizleri sevdiğinden bir şekilde sıkıştırmayı başardı. Odamız 2 ye 2 küçük bir odaydı. Normalde oraya sadece bir yatak sığabiliyordu ama onlar orayı tamamen kaplayacak şekilde bir minder serdi ve onun söylemine gerek beşimizde yan yana yatacaktı. Hepimiz kabul ettik. Zaten ayaklarımız bize işkence çektirdiğinden kimse karşı çıkacak gücü bulamadı kendinde. Tüm her şeyimizi oraya koyduk ve yataklara yatıp tavanı seyretmeye başladı. Evet hepimiz yorgundu ama şimdilik kimsenin uykusu yoktu. Bu sırada o gruptakiler aşağıya gelmiş gitarla gürültülü bir şekilde şarkı söylemeye başladı. Herkes şarkı eşlik ediyordu, böylece daha da fazla gürültü çıkıyordu. Saat 22.00’ye kadar aramızda konuşmaya devam ettik. Sonunda da o kartları kullanmaya karar verdik ve iki el kart oynadık.

Herkesin artık uykusu gelmişti. Tekrar aramızda konuşmaya başlayınca hemen yan odadan bir inleme sesi geldi. Tam bir seks sesiydi. Ben ve Zelimir hemen kavradık zaten. Birbirimize baktık ne oluyor diye. Bunu kızlara söyleyince inanmadılar ama bu sefer ses biraz daha yüksek gelince hepsinin yüzü kızardı. Hatun yan odada resmen inliyordu ve duvarlarda aşırı ince olduğundan hepsini duyabiliyorduk. (yatağın gıcırdamasını bile) Zelimir o seks seslerini bastırabilmek için telefonunda Rock bir müziği açıp sesini sonuna getirdi. 5 dakika falan sonra ses kesildi, çünkü grubun diğer üyeleri gelmeye başlamıştı. Böylece altımız gece 23.30 gibi yavaş yavaş uykunun gücüne yenilmeye başladık. Uykumum sırasında Zelimir’in sesini duydum. Saat yaklaşık olarak 01.00 gibiydi. Köpeğine “İşemen mi gerek oğlum. Hadi gidelim o zaman.” dedi. Ben bunu duydum ve gözlerimi açmaya tenezzül etmedim. Sanırım 15 dakika kadar sonraydı. Aşağıda büyük bir gürültü geldi. Yanımda bir tek Kusta vardı, diğerleri aşağıdaydı. “Ben gidiyorum.” dedi. Dedim “Nereye” “Aşağıdaki sesi duymadın mı? Bir şey oldu.” dedi. Benim de merakımı cezp etti ve Kusta ile birlikte aşağıya indim. Koridorda Zelimir kanlar içinde yerde yatıyordu ve insanlar da etrafında toplanmış ona yardım etmeye çalışıyordu. Sol kolu kanlar içindeydi ve onun da yüzü bembeyazdı. Kusta köpeğin denetimi alırken ona bunun neden olduğunu sorunca, orada bulunmuş olan Maida bize olayı kısaca anlattı. Zelimir köpeğini işetmeye götürürken, hemen kapının dışında durmakta olan Alman kurdu, bizim köpeğe saldırmış. Kendi köpeğini de ölesiye sevmekte olan Zelimir, araya girip çaresizce onları ayırmaya çalışmış. Alman kurdu’ da bizim köpeği ısıracağım derken Zelimir’in kolunu ısırmış ve sahibi olay mahalline gelene kadar da ısırmaya devam etmiş. Sonunda köpeği bir yere bağladılar ama Zelimir önümüzdeki 1 saat boyunca kendine gelemedi. Ben ile Kusta elimizde sopayla köpek işeyene dek bekledik ve Kusta köpeği odaya götürürken ben Zelimir’in yürümesine yardım ettim. Zelimir’in kolu çok acıyordu ve hemen uyumaya gitti. Bende onunla gittim zaten. Odamız böcek doluydu. Aslında canlı değillerdi ama bu kızları korkutmaya yetiyordu. Böylece Mirnesa haricinde diğer kızlar aşağıdaki salonda uyumaya karar kıldılar. Millet hâlâ gitar çalıyordu. Ben uyumaya çalıştım ama başaramayıp kızların yanına gittim. Zelimir odasında kalıp uyumaya devam etmişti. Kızların yanına otururken Mirnesa dışarı gel, konuşalım, canım sıkıldı dedi. Ben de kabul ettim ve böylece dışarı çıktık. Aşk-Film-Odanın dağınıklığı ve yemek hakkında sırasıyla konuştuktan sonra ben uykumun geldiğini söyledim ve salona çıktım. Maida ve Kusta oradaki masalardan birine kurulmuş, çoktan uykuya dalmışlardı. Ben de Zelimir’in solundaki yatağı alarak saat 03.00 gibi uyumaya başladım.

Sabah 09.00 gibi milletin konuşmasından dolayı uyandım. Köpek dahil herkes tam yanımda duruyordu. Gitme zamanın geldiğini söylediler ve bu sefer sevinmiştim. Küçük bir kahvaltı ettikten sonra geldiğimiz aynı yolda yürümeye devam ettik. Yolda herkes neşeliydi. Bir süre fıkra değişimi yaptık. Hatta Zelimir o koluna rağmen şarkı bile söyledi. Sonunda büyük Sarayevo manzarası karşısında bir süre dinlendik.

1,5 saat yürüdükten sonra arabaya ulaşmayı başardık. Hatta arabaya doğru yürürken önüme bakmadığımdan düştüm bile :))
Sonuç olarak beş kişi küçücük arabaya kurulduk, köpekte bagaja gitti. Arabayla 15 dakikalık bir yolculuktan sonra şehre ulaştık. Herkes selamlaşıp dağılınca bende bisikletimi koyduğum yere gittim ve o yorgunlukla bisikletle eve doğru 1 saatlik bir yolculuk yaptım. Eve gelince kendimi yatağa atmamla uyumam bir oldu zaten. 7 saatlik bir uykudan sonra sonunda kendime gelmiştim. Her şeye rağmen müthiş bir macera olmuştu hepimiz için. Kusta bir daha hayatı boyunca dağa gitmeyeceğini söyledi ama 10 yıldır onu tanımakta olan Zelimir’in bir şekilde onu ikna edeceğini düşünüyorum.
Bu arada Zelimir’le önümüzdeki iki hafta sonrası için bir plân yapmıştık. Bisikletle şehirden şehre ormandan geçerek yolculuk yapacaktık ki bu yaklaşık olarak 250 km’lik bir yolculuğu kapsıyordu. Bakalım o bu kadar yazmaya değecek mi, hep birlikte göreceğiz.

Grubu göstermeden olur mu :))



[Soldan : Ben, Maida, Mirnesa, Kusta, Zelimir ve sadık köpeği]

Hiç yorum yok: